Güneş Kıbrıs

STÜDYOSU İKİ KEZ SALDIRIYA UĞRADI

Fotoğraf stüdyosunda çırak olarak çalışmaya başladığında 15 yaşındaydı Zeki Kervan.

Mustafa Diana gibi o da, “bana babalık yaptı” dediği fotoğrafçı Fevzi Akarsu’nun yanında yetişti.  Baf’ta açtığı stüdyo iki kez bombalandı. İlkinde arkadaşları yaralandı, ikincisinde her şeyi yandı. Kendi deyimiyle “Sıfırlandı…”

Çatışmaların ortasında, bir cesaretle taksiye atladığı gibi Baf’tan Lefkoşa’ya, eşinin yanına geldi.

3 arkadaşın ortak olduğu Foto Kervan’da çalışmak için teklif aldı. “Kurulu bir stüdyo olmasa bu işi yapamazdım, yeni stüdyo açmak kolay değildi, her şey çok pahalıydı…” dedi.

Gün geldi o stüdyonun sahibi oldu; Baf’ın Foto Zeki’si, artık Foto Kervan’dı. Kervan’ı soyadı olarak da aldı.

Şimdi 90 yaşında Zeki Kervan. 60 yıllık meslek hayatında çektiği gelinlerin, damatların, bayramlık çocukların ve ailelerin fotoğrafları kim bilir kaç evde, kaç albümdedir…

Bir süre önce ayağı kırılan, henüz eski sağlığına kavuşamayan Seval Kervan da eşlik etti röportajımıza. Eşinin çektiği gençlik fotoğraflarından birini gösterdi ve derin bir ah’la “Bir ömür geçti…” dedi

Önemli olanının sağlıklı yaşamak ve yaşlanmak olduğunu, bunu da başardıklarını söyledi Zeki Kervan ve şöyle özetledi fotoğrafçılık geçmişini: “Bizim zamanımız bambaşkaydı, sanat o zaman vardı…”

-Tatlıcı bir baba… “Şambalisini adada yapan yoktu…”

Zeki Kervan, 1932’de Amber-Mustafa çiftinin 3 çocuğundan biri olarak Larnaka’da doğdu.

“Sülalemiz tatlıcıydı. Babam küçük bir dükkanda tatlı yapar, arabasıyla sokakta satardı… Yaptığı tüm hamur işlerini severdim ama Şambalisini adada yapan yok…” dedi.

-Baf’tan Lefkoşa’ya…

Çocuk yılları Baf’ta, ilk gençlik yılları Lefkoşa’da geçti Zeki Kervan’ın.

“İlkokula Baf’ta gittim. Ortaokulda sınıfı geçemeyince mecbur oldum Rum okuluna gittim, milli görüşlerim nedeniyle 2 sene dayanabildim buraya…

KATAK, Rumlarda olup, Türklerde olmayan sanatları öğrenmek isteyenleri Lefkoşa’ya gönderirdi. Baf’ın Müftüsü Dana Efendi’nin de olduğu Türk Birliği’nde toplantı yapıldı, bir demirci, bir de fotoğrafçı çırağı aradıklarını söylediler. Ben fotoğrafçılığı istedim, ona meraklıydım.

Tek şartları Lefkoşa’da yanında kalabileceğin ailen olmasıydı. Aylık 36 lira da maaş veriyorlardı.

KATAK’ın anlaşması vardı ustayla; ‘Bu çocuğu yetiştireceksin, Baf’a gelip fotoğrafçılık yapacak’. Lefkoşa’da halamın yanına yerleştim. Ablam evliydi, onlar da halamla kalırdı…”

-“El, göz ve dokunuş marifeti…”

“Çok iyi bir insandı, bana babalık yaptı” dediği Fevzi Akarsu’nun yanında çırak olarak çalışmaya başladığında 15 yaşındaydı Zeki Kervan. 1940’lı yılların sonunda geldiği Lefkoşa’da 9 yıl kaldı.

“Fevzi Bey aslında kunduracıydı. Fotoğrafçılığa merak salmış, Türkiye’den gelen bir fotoğrafçıdan öğrenmiş işi. Lefkoşa’daki tek Türk fotoğrafçı oydu. Mustafa Diana da onun yanındaydı.

Ben önceleri karanlık odaya girerdim. Mustafa daha çok rötuş üzerine çalışırdı. Rötuşu ondan öğrendim. Mustafa ayrılıktan sonra bu işe ben devam ettim.  İlk yılın sonunda KATAK’tan geldiler; ‘Zeki hazırsa Baf’a gelip çalışmaya başlasın, ona artık maaş veremeyeceğiz’ dediler.  1 yılda neyi öğreneceksin?

Ustam, ‘Siz gidin, ben bu çocuğa kefilim, maaş vermezseniz de vermeyin, ben ona haftalık veririm’ dedi.  Sanatı öğrenip iş çıkarmaya başlayınca haftada 5 lira alırdım. Övünecek değilim ama 18 yaşında ada çapında bir numaralı rötuşer olmuştum… Bu iş, el, göz ve dokunuş marifetiydi…

9 yılın sonunda, ustam ‘Zeki, artık usta olarak çalışabilecek durumdasın. Her şeyimi sana vereceğim, ben bu işi bırakacağım’ dedi… Stüdyodaki malzemelerin hepsini kamyona yükledim, Baf’a götürdüm.  ”

-“Baf’taki tek Türk fotoğrafçı bendim…”

1950’li yıllar… Baf’ta yeni bir dönem başlıyor Zeki Kervan için. Bir ev kiralıyor, “Foto Zeki” ismiyle o evi stüdyoya çeviriyor.

“Baf’taki tek Türk fotoğrafçı bendim. Sedat diye bir arkadaş vardı, o da benden sonra stüdyo açmıştı.

Stüdyoda da çekim yapardım, çağırırlardı, düğünlere de giderdim. Asıl iş cumartesi-pazar olurdu.

Randevu faslı da yoktu. Eve gelip, ‘Gelinle damat seni bekler’ diyerek beni yemekten kaldıranlar olurdu. Bayramlarda da kapamazdık, herkes giyinir, onarılır, çoluk çocuk ailece gelir fotoğraf çektirirdi.

Vitrinime bakan bir Rum fotoğraflarıma hayret etmişti. Öyle güzel rötuş yapardım ki yüzde kalem izi görünmezdi. Siyah beyaz fotoğrafları da kendi yağlı boyalarımla renklendirdim…

Kimlik kartları ilk kez çıkarılacağı dönem köyleri dolaşıp insanların vesikalık fotoğrafını çektim. İki Rum, iki de Türk fotoğrafçıya bölüştürdüler köyleri. 20-22 köy vardı payıma düşen… Gençlik vardı o zaman, yorgunluk diye bir şey hissetmezdik…”

-Rumlar stüdyosunu bombaladı… Arkadaşları yaralandı…

1958’de Rumlar bomba attı stüdyosuna. Güpegündüz hem de.

“6 arkadaştık içerde. Türkiye’den mecmua gelirdi, arkadaşlar onu incelerdi. Kardeşim makineye film takarken, ‘Abi bomba’ dedi… Karanlık odanın kapısı arkamdaydı, kapıyı itip yere yattım. Öteki arkadaşlar kaçmak için kalktılar, yaralandılar. Birinin ayağına şarapnel parçası saplandı, riskli yerde diye çıkaramadı doktorlar, ömür boyu onunla yaşadı. Eşyalarım zarar görmedi ama dükkan darmadağın oldu. Perişan olduk. Böyle bir şey beklemezdim…”

-61 yıllık birliktelik

Zeki Kervan eşi Seval Hanımla 1961’de evlendi. 61 yıldır birlikteliğin başlangıç yeri de Baf’tı…

“Seval’ın ailesi Baf’lıydı. Tatillerde Baf’a gelirdi. Bir pazar, yeğenleriyle dükkanın önünden geçerken ilgimi çekti. Annem de evleneyim diye ısrar ederdi, ona da söyledim. Benden habersiz Seval’ın babasına, ‘Evlenme çağında bir kızınız var, gördük beğendik…’ diye mektup gönderdi.

1961’de evlendik. Düğünü hem Lefkoşa’da hem de Baf’ta yaptık. Düğün fotoğraflarımızı ben çektim ama nikah fotoğraflarımızı Foto Atlas çekmişti. Önceleri Diana, Şık, Atlas, Ümit vardı…4-5 fotoğrafçıydık… Amatör olarak bu işe yeni başlayanlar da vardı.  Bütün arkadaşlarla samimiydik. Birbirimizin fotoğraflarını da çekerdik. Hırs, çekişme, öyle şeyler yoktu…”

-“Çöp bile kurtaramadık… Sıfırlandım”

Toplumlararası çatışmalarda Zeki Kervan’ın stüdyosu ikinci kez saldırıya uğradı.

“Eyüp Efendi, ‘Zeki, eşyalarını buraya taşı, burası daha güvenli’ dedi. Güya Türk semtine taşıdık stüdyoyu ama Rumlar Türk semtine kadar girdi. Teslim olmuştuk resmen. Stüdyoya girdiler, her şeyi yakıp yıktılar. Çöp bile kurtaramadık. Sıfırlandım… Tek kuruşluk yardım da alamadım. İş yok, güç yok, para yok. Çok zorluk çektik… 1964’te Seval’ı babasının yanına, Lefkoşa’ya yolladım…”

-“Beni Lefkoşa’ya getiren taksi şoförü kaybedildi…”

Sohbetin bu kısmında, Seval Hanım Lefkoşa’ya gelişiyle ilgili ilginç bir anı anlattı:

“Zeki’yi yalnız bırakmak istemezdim. Beni Lefkoşa’ya getirecek şoförle anlaştım, eşyalarımı bırakıp, Baf’a dönecektim. Babam ısrar etti, ‘Artık Zeki’yi buraya getirtmeye bakacaksın’ dedi. Gideceğim diye ağlamama rağmen babam izin vermedi. Beni getiren şoför Kamil’di, dönüş yolunda Rumlar tarafından kaybedildi…”

Çatışmaların ortasında, bir cesaretle taksiye atladığı gibi Baf’tan Lefkoşa’ya, eşi Seval’ın yanına geldi Zeki Kervan.

“Canımı avcuma alıp kaçtım… Tek düşündüğüm oradan kurtulup eşimin yanına gelmekti… Çok şaşırdılar beni görünce. Beklemezlerdi. Seval ağlamaya başladı… Keşke savaş olmasıydı da Baf’tan ayrılmasaydık. Orada çevrem vardı, Lefkoşa’da beni tanıyan yoktu.

Bildiğim işi yapmak istedim. Foto Şık’ın bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Rotüşer olarak kısa süre onun yanında çalıştım.”

-Foto Zeki’ye iş teklifi

Zeki Kervan’ın Baf’ta başlayan mücahitliği Lefkoşa’da sürdü. Ağırdağ, Kömürcü, Bozdağ ve Lefkoşa’da mücahitlik yaptı. 3 arkadaşın ortaklığında kurulan Foto Kervan’da çalışmak için teklif aldı mücahitlik yıllarında.

“Salih Coşar, Ali Süha ve Çetin Birinci kurmuştu Foto Kervan’ı. Neden bu adı koyduklarını da bilmiyorum. İsmet Vehit Güney resim öğretmeniydi ama fotoğraf çekmeye meraklıydı. Fotoğrafları o çekerdi.

Okullar açıldı, İsmet Bey okula döndü. Stüdyoya gelen giden olurdu, fotoğraftan anlayan yok. Ali Süha, bana stüdyoda çalışmayı teklif etti. Komutandı…Kabul ettim.

İkinci iş yasağı gelince 3 ortak stüdyonun hisselerini bana sattı. Baf’ta Foto Zeki’ydik, Lefkoşa’da Foto Kervan olduk.  Foto Zeki ismini tabii ki daha çok severdim.

İşim zamanla beğenildi, epeyi müşterim oldu. Birleşmiş Milletler (BM) askerlerine foto-montajla fotoğraf hazırlardım.. Bir profil fotoğrafı çekerdim, bir de karşıdan… Çocuklarının fotoğrafını berelerine, eşlerinin fotoğrafını da göğüslerine yerleştirirdim… Kendi buluşumdu bu. 5 liraya yapardım bu işi. Birkaç kişiye yaptım sonra askerler kaldırımda sıra beklemeye başladı.

BM’den bir komutan beni Kanada’ya götürmek istedi. ‘Bu işleri burada ucuza yapıyorsun, orada çok daha fazla kazanırsın’ dedi. Yeni evliydim, nasıl gidecektim? Hiç de pişman olmadım. İşlerim iyiydi ama Lefkoşa’da kurulu bir stüdyo olmasa bu işi yapamazdım, yeni stüdyo açmak kolay değildi, her şey çok pahalıydı…”

1965’ten 1995’e 30 yıl Köşklüçiftlik’te çalışan Zeki Kervan, stüdyosunu ustası Fevzi Akarsu’nun eski evine taşıdı. Kıbrıs Türk Hava Yolları’nın karşısındaki evde bir süre daha fotoğrafçılık yaptı.

Nasıl ki ustası eşyalarını ona verdi, o da emekli olmaya karar verdiğinde stüdyosundaki eşyaların çoğunu çırağına verdi… “O makineleri elimde tutup ne yapacaktım….?” dedi.

“Meslek hayatımda 5-6 çırağım olmuştu. Aralarından sadece Yücel (Onurlu) stüdyo açabildi. Bu, para isteyen bir iş. Yücel gündüz okula gider, okul çıkışı yanıma gelip rötuş yapar, gece de stüdyoda kalırdı… O kadar meraklıydı yani.”

-“Bizim zamanımız bambaşkaydı, sanat o zaman vardı”

Zeki Kervan, dün-bugün değerlendirmesi de yaptı, “Şimdi her şey çok daha kolay…” dedi.

“Karanlık odada çok çalıştım ben. Müşteri gelince ansızdan karanlıktan aydınlığa çıkardık, kör olurdu gözlerimiz nerdeyse. Bizim zamanımız bambaşkaydı, sanat o zaman vardı. İnsanlar fotoğrafa da meraklıydı. Gelinler, damatlar, aileler, sevgilisiyle gelenler… Çırılçıplak fotoğraf çektirenler bile olurdu…”

– “Güzel bir hayat geçirdik”

Zeki-Seval Kervan çiftinin çocukları olmadı. Anlattıklarına göre, evlat edinmek istediler ama küçük bir yerde yaşadıklarından günün birinde o çocuğun incitilmesinden çekindiler. Zaman zaman bu kararı almadıkları için pişmanlık duyduklarını da söylediler.

“Emekliliğimiz iyi geçiyor. Sağlığımız yerinde. Keşke hanımın ayağı da böyle olmasıydı. Çok gezdik biz. İngiltere’ye gittik, hemen hemen her yıl arabamızla Türkiye’ye gittik. Bir ömür böyle geçti…Zorluklar yaşadık ama güzel bir hayatımız oldu…”

Haber: Rahme Çiftçioğlu / Fotoğraf: Süleyman Önel

Exit mobile version